Dârul Harb FetvalarıDarul İslamReddiyeSual & Cevâb

Redd-i Korkmaz

Ömer Fâruk Korkmaz'ın "Dâru’l-Harbte Fā’izli Muameleler ile Alakalı Serdeylediği Lakırdıların Bâtılllığı

Ömer Fâruk Korkmaz’ın şahsi web sitesinde “Dâru’l-Harbte fā’izli Muameleler Câiz Midir?” {1]  başlıklı yazısında;

“Soru: Daru’l-Harpte yaşayan bir Müslümanın orada yaşayan gayr-i Müslimlerle fā’izli muameleler yapabileceği öne sürülüyor. Bu doğru mudur? Doğruysa bir takım şartları var mıdır? Ayrıca bu görüşün doğru olması durumunda bu günkü gayr-i müslim bankalarla yapılan fā’izli muameleler bu kapsama girmez mi? Açıklamanızı bekliyorum.”  şeklinde kendisine edilen suâle cevâben;

“Bu mevzuyu iyi kavrayabilmek adına fā’izin genel [umûmi] anlamda [manada] tahakkuk edebilmesi için öne sürülen şartlara bir göz atmanın faydalı olacağı kanaatindeyim:” deyip,

2. Maddede ; “[…] Buna göre bir Müslüman dâru’l-harbe gitse ve orada Müslüman olup da bize hiç hicret etmemiş olan birisiyle bir dirheme iki dirhem şeklinde bir muamele yahut da İslam diyarında fasit sayılacak bir muâmele yapacak olsa Ebû Hanîfe’ye göre bu caiz olacaktır.” Demektedir.

Halbuki İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe’nin ictihadı, Korkmaz’ın indî bâtıl görüşünün hilâfınadır.

Zira Ebû Hanîfeye göre, dâru’l-İslâm ve ya dâru’l-harbde ribâ’nın tahakkuk ettiği her nev’  fâsid akid câiz olmayıp, kat’i surette haramdır.

Korkmaz “Ayrıca dâru’l-harpte fā’iz olmayacağını savunanlar bu konuyla ilgili iki mühim noktadan hareket etmektedirler:”

deyip Hanefî ‘Ameli mezhebinin istinadgâhı sadece 2 delîli serdeylemiştir. Halbuki Hanefî ‘Ameli mezhebinin delilleri bunlarla kayıtlı olmayıp fâsid akidlerin dâru’l-harb beldesinde şartlar yerine geldiği takdir de yapılabileceği malum olmakla Hanefîler bu mes’elenin bir kaç delilini inkiṭā olmaksızın asârında beyan eder.

Bunlardan biri, Rasūlullâhﷺ efendimizin, Rukâne ile güreş tutma hadisesidir. Mekke de geçen vak’a da, Rukâne kendisine güreş teklif etmiş, yenilmesi halinde  koyunlarından 3 de 1 vermeyi teahhüd etmiş olup Rasūlullâhﷺ ise bunu tereddütsüz kabul etmiştir. Rukane nin her mağlûp oluşunda iddia bahsi olan koyun sayısını arttırması neticesinde Rasūlullâh ﷺ hepsine malik olmuştur. Sonra Rasūlullâh ﷺ  koyunların hepsini teberrüken geri vermiştir. {2]

Diğer delîl ise Benu Nadir yahudileri ile yapılan savaş akabinde yurtlarını terketmeleri emredilince Müslümanlar da vadesi gelmemiş alacakları olduğundan Rasūlullâhﷺ, “Hemen almak isterseniz parayı indiriniz ve alınız” buyurmak ile dâru’l- İslâm da caiz olmayan bu nev’ muamelenin Rasūlullâhﷺ efendimizin bizzat tatbiki ile ehl-i harb arasında caiz oluşudur. {3}

Delillerden biride Bedir harbinde, başka bir rivayette bilā-istiѕnā bütün mezheb imamlarına göre dâru’l-harb olan Mekke fethedilmeden evvel Hayber de Müslüman olan İbn-i Abbâs’ın -Radıyâllahu Anh- Mekke’ye döndükten sonra fā’izli muamelelere devam etmesidir. Halbuki fā’izi yasaklayan ayet {4} Mekke fethedilmeden inmiş ve bu ayet câri iken dahi İbn-i Abbâs Mekke de fā’izli muâmeleler yapmaya devam etmiştir. {5}Rasūlullâhﷺ efendimiz ise İbn-i Abbâs’ı, bu nev’ muameleleri hususunda menetmemiştir. Ta ki veda hutbesine kadar.

Veda hutbesinde Rasūlullâh’ınﷺ “Cahiliyye ribâsı kaldırılmıştır” sözü, o zamana değin Mekke de fā’izin kâim olduğunu gösterir!

Ayrıca Korkmaz,  kendisininde bahsettiği sâir delillerden biri olan er-Rûm suresin inzâli akabinde Mekke müşrikleri ile hazreti Ebû Bekir efendimiz arasındaki iddia hâdidesini iktibâs ettikten sonra;

Mezkûr kıssanın güncel bir yansıması olarak gayr-i Müslimlerin diyarında yaşayan bir Müslümânın onların bankalarına koyduğu parasının üzerine terettüp eden ziyadeden istifadesi Ebû Hanîfe ve İmâm Muhammed’i taklit etmesi tarikiyle caiz gözükmektedir.” demektedir.

Lakin bu hükme muhâlif usulsüz netice-i kelâmında ise;

“Dâru’l-harpte fā’izli muamelenin caiz olmasını hikmet-i teşri’ açısından da incelediğimizde bu akdin meşruiyyetinin temel sebebinin Müslümânın gayr-i müslimle yaptığı muâmelede kârlı çıkması olduğunu kabul edecek olursak, ecnebi memleketlerde yaşayan kişilerin bu günkü gayr-i müslîm bankalarla gerçekleştireceği fâizli muâmelenin bu kapsama girmeyeceği açık bir şekilde gözükmekte…” Demektedir.

Korkmaz’ın ve sâir avâm’ın hocalarınında esâsında demek istediği; bankalar vasıtası ile alınan fā’iz akdinde asıl kazananın bankalar olduğu ve bu bankalarda müslümân kimselerinde hesabı bulunduğu,  yapılan fā’izli işlem neticesinde “alınan fazlalığın câiz olması için onların zararda, fazlalığı alanında tamâmiyle kârda olması” gerektiği gibi fā’izli muamelenin tabiatına ve mantığına muhalif  bir batıl görüştür!

Fi’l-hakîka, harbî statüsünde olan bir şahıs ve ya 1 harbi müessesesi ile yapılan fā’iz akdinde, fertlerden biri kazançlı çıkabildiği gibi bazen her 2 tarafda bu akidden kârlı çıkabilir. Yani Hanefî ‘Ameli mezhebine göre yapılan fâiz akdinde ‘aḳid yapılan harbî’nin ve ya fâiz akdi yapan müessese sahibinin rızası dahilinde,  kat’i surette cebirhile ve yalan olmaksızın! Ve akdi yapan müslümânın bu alış verişten kat’i sûrette kazançlı çıkması şartları esas olup, karşı tarafın kârı ve ya zarârının gözetilmesi ve ya orada başka müslimlerinde meblağı olması mevzu’-ı bahis dahi değildir!

Mes’ele Korkmaz ve sâirinin dediği sâdece ” hikmet-i teşrî’ karlı çıkması ” değildir. Bu neticedir. Akdin caizliği, kendisininde fā’izin tahakkuku ile alakalı “5 şarttan 2 si” diye bahsettiği  [Ama fehmedemediği]  hukūki statüsünden sebeb dâru’l-harbdeki malların masun olup olmaması ile alakalıdır.

Ayrıca Ömer Fâruk Korkmaz’ın “Dâru’l-harb nedir?”{6} mes’elesine dâir 1 videosunda,

“[…] İmâm-ı âzam’a göre dârul harb, bir devlette şayet Allâh’ın hükümleri icrâ edilmiyorsa orası dâru’l-harbdir şeklinde bir tarif var. Fakat tercih edilen görüş bu değil. Buna 2 ziyade yapılarak bu şekilde izah edilmiştir. İmâmeynin görüşüdür buda. Bu şekilde olmasıyla birlikte yani kendinde Allâh’ın hükümlerinin icra edilmemesiyle, aynı şekilde hiç bir islâmi simgenin sembolün olmadığı, müslümân devlet komşusunun bulunmadığı bu 3 şarta hâiz olan devlete biz dâru’l-harb diyoruz. ” demektedir.

İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe’ye -rahmetullâhi Aleyh- göre şu üç şartın ayni zamân zarfında vücûd bulması ile dâru’l-İslâm olan bir yer tekrardan dâru’l-harb olur.

-1 O beldede yalnız küfür ahkâmının icrâ edilmesi,
-2 Orada ilk emânları üzere bir Müslümân veya zımmînin kalmaması,
-3 O beldenin dâr’ul-harbe bitişik olması. {7}

Şeklinde olup, şartlar içerisinde herhangi bir simge/sembol ve ya buna işâret eden şaz lakırdı olmadığı gibi, “müslümân devlet komşusunun bulunmadığı” sözü batıl olup diğer şartlar ile birlikte sadece 1 dâr’ul-küfür ülkesine dahi bitişik olması kâfidir.

Ayrıca, Hanefî ‘Amelî Mezhebinden İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed’e göre  -Rahmetullahi Teâla ve aleyhim ecmain-  bir belde ancak “İslâm hukûkunun icrâsı” ile dâr’ul-İslâm, buna kıyasla yine tek bir şart olan “küfür ahkâmının mezkur beldede icrâsı ile dâru’l-harbe tehâvvül eder” şeklindeki insicamlı ictihâdı, Korkmaz’ın dediğinin tamm zıddı istikamette Hanefî ve sâir mezheb sâhibleri nazârında tercih edilen görüştür.

Husûsen, Korkmaz’ın ve sâir avâmın hocalarının İslâmi simge/sembolden maksat bir beldede câmilerin bulunması, cum’a için toplanılması ve ya ezânların okunması, müslümân isimleri veriliyor olması o beldeyi dâru’l-İslâm kılar gibi içi boş, netice i’tibariyle mes’ele halletmeyen, nihâyetinde mü’minleri zorda, en mühimi insicamsız bu tavırları ile Hanefîlerin temel sistematiğini oluşturan Dâru’l-İslâm” ve “Dâru’l-harb”  ıstılahâtını  fonksiyonsuz bırakan bu ve benzer lakırdıları, mes’eleye yaklaşırken hiç bir usûl gözetmediklerine, başkalarından sadece ezber ile mevzuyu fehmetme azmi içinde olmayıp  ciddi bir şekilde mes’eleye yaklaşma gayreti içinde dahi olmadıklarına alâmet olup Hanefîlerin üzerine fıkıh binâ ettiği şu mes’eleyi politik ve hissi tavırlarının neticesinde tahrip etmeleri ile büyük bir vebâlede düçar olmuşlardır.

 

DİP NOTLAR

{1} https://www.omerfarukkorkmaz.com.tr/2020/09/13/darul-harbte-faizli-muamele-caiz-midir/

{2} Serahsi, Mebsut, (Trc. Nas, Taha) c.14 s.98, İstanbul, 2011 Gümüşev Yayıncılık

{3} Serahsi, İslâm Devletler Hukuku, Şerhu’s- Siyeri’l- Kebir (Trc. Sarmış, İbrâhîm –Şimşek, M.Said) c.4, mad. 2735,2736,2737, Konya 2001, Eğitaş yayınları.

{4} el-Bakara 2/278.

{5} Serahsi, İslâm Devletler Hukuku, Şerhu’s- Siyeri’l- Kebir (Trc. Sarmış, İbrâhîm –Şimşek, M.Said) c.4, mad. 2903 Konya 2001, Eğitaş yayınları.

{6} https://www.facebook.com/watch/?v=873622626011022

{7} Hey’et, Fetâvâ-yi Hindiyye, (Trc. Efe, Mustafa) Ankara, Akçağ Yay. C.4, s.249;
İbn-i Âbidin,Reddü’l- muhtar (trc.Davud-oğlu, Ahmed ) İstanbul, Şamil Yayın Evi, c.8, s. 448; Serahsi, Mebsut, ( trc. Hey’et ) İstanbul, Gümüş Ev Yayıncılık, c. 10, s. 212.

 

 

İLYÂS C. YILDIZ

İslâm Devletler Hukūḳu

İlgili Makaleler

3 Yorum

  1. 👍 İşte reddiye ve vuzuh bulan bir mes’ele daha. Teşekkür ederim hocam. Allahü Teâlâ razı olsun . İsmailağa camiasının bazı hocaları niye böyle yapıyor, üzülüyorum onlar için. Da’vaya kuvvet buldurmak yerine zayıflatmaya müteveccih lakırdılarından mütevellid tevbe etsinler ve bu tevbelerini duyursunlar.

  2. Esselamu aleyküm hocam, ben yazınızdaki: ” Diğer delîl ise Benu Nadir yahudileri ile yapılan savaş akabinde yurtlarını terketmeleri emredilince Müslümanlar da vadesi gelmemiş alacakları olduğundan Rasūlullâhﷺ, “Hemen almak isterseniz parayı indiriniz ve alınız” buyurmak ile dâru’l- İslâm da caiz olmayan bu nev’ muamelenin Rasūlullâhﷺ efendimizin bizzat tatbiki ile ehl-i harb arasında caiz oluşudur. {3}” yazısını anlamakta güçlük çekiyorum. Biraz izah edebilir misiniz? Teşekkür ederim. Allahü Teâlâ iki cihan se’adeti nasib eylesin, Amin.

    1. Müslümanların, cuz’i mablağ karşılığı yahudiler ile faiz akdi yapdıkları anlaşılıyor. Fazlalığı alan Yahudiler olup, vade günü gelmeden bu alacaklarından vazgeçirilip ana paraları onlara verildi. Esas mes’ele ile bu nev’ bir akdi yapmış olmalarıdır. Selam ve dua ile …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu