CihadDârul Harb FetvalarıMezhepSual & Cevâb
Trend

Bir beldenin Dâru’l-İslâm – Dâru’l-Harb olma hususunda farklı içtihatlar var. Hangisi esas olanıdır?

Daru'l harp Ne demek? Dârü'l harp hükümleri nelerdir?

Suâl: Fıkhu’l-İslâmiyye’de, dâru’l-İslâmın dâru’l-harbe tehavvül etmesi husûsunda farklı içtihatlar mevcuddur. İmâm-ı Muhammed ve İmâm Ebû Yusuf  (Rahmetullâh-i Aleyhim Ecmaîn) tek şart arar iken, İmam-ı Âzam (Rahmetullâhi Aleyh) aynı ânda 3 şart aramıştır. Şâfiî mezhebi ser-imâmı İmâm-ı Şâfiî ise (Rahmetullâhi Aleyh) Dâru’l-İslâmın fıkhen bir daha aslâ dâru’l-harb olamayacağı hükmüne varmıştır.

Bununla birlikte, İngiltere gibi ahkâm-ı Muhammediyye ile hiçbir vakit hükm olunmamış bir ülke ile Türkiye gibi geçmişde dâru’l-İslâm olan ve halkının kahir ekseriyyeti müslümanlardan müteşekkil olan bir ülkeye bu ictihadların hangisine göre hüküm verilmelidir?

Cevâb; 

4 hak mezhebin (Hanefî, Şafiî, Maliki ve Hanbeli) imamları arasında bu mes’elede herhangi bir ihtilaf yoktur. Çünki, onların vardıkları hükme göre bir ülkede, şer’i ahkâm kanun olarak tatbik edilmiyor ise orası bilā-istiѕnā  dâru’l-harb dir.

Bu tahavvül İmâm-ı Azâm Ebû Hanife’ye  göre şu 3 şartın ayni zamân zarfında vücûd bulması ile dâru’l-İslâm olan bir yer tekrardan dâru’l-harb olur.

1) Kâfirlerin hükümlerini, alenî olarak icrâ etmek. İslâm hükmüyle hükmetmemek

2) Kâfirler istilâ etmeden önce, sâbit olan eman’ın/güvenin kalmaması.

3) Dâr-ı harble, dâr-i İslâm arasında, bir İslâm yurdunun bulunmaması; Dâr-ı harbe bitişik olmak.(1)

Küfür ahkâmının icrâsı; Şeriât ahkamının kaldırılıp yerine beşeri/seküler hukuk ile o beldede hüküm olunmaya başlanmasıdır.

İslâm hukûku mühetassısları, emân mefhumunu ise  “Orada ilk emanları üzerine bir Müslüman veya zımminin kalmaması” olarak izah ederler.

İslâm hukûkuna göre emândan maksat, ahkâm-ı İslâmiyye de can emniyyeti sağlayan  kısas ve mal emniyeti sağlayan hadd-i sirkat kaidelerinin mevcud olmasıdır.

O beldenin dâru’l-harb bitişik olma hususu ise; Bir İslâm beldesinin ortasında insanlar irtidâd (İslâm dînini terk ile küfür ahkâmını Kabul) etseler, ḥudūdları dâru’l-harbe bitişik olmayıp tamamı Daru’l-İslâm ile çevrili ise o yerin Dâru’l-Harb olması mümkin değildir. Çünki, Daru’l-İslâm olan komşu ülkenin veya ülkelerin irtidâd edenleri her cihetten kuşatmaları sebebiyle o beldeye  hemen yardım etmeleri tabiidir. Bu sebeble isyân hareketinin vücud bulduğu  beldenin tekrardan hakimiyyet altına alınması vacib olup o hal üzere kalamazlar.

İmâm-ı Şâfiî ‘nin ise,  dâru’l-İslâmın fıkhen bir daha aslâ dâru’l-harb olamayacağı hükmü ise, “müslimlerin mülkiyet hakları, kafirlerin istilası ile sakıt olamaz” kaidesine binaen vaz’ edilmiştir. Esasında İmâm Şafii’nin, kafirlerin istilası sebebiyle Müslümanların elinden çıkan beldeyi halen dâru’l-İslâm sayması, buna nazaran orada kalan malları gasb malı sayması ikili telakki nin mevcudiyyetini gösterir. Yani, Şafiî ‘ye göre o belde mülkiyyet hukuku i’tibariyle dâru’l-İslâm, nizamın gayr-ı şer’i olması i’tibariyle siyâseten dâru’l-harb dir. Buradaki kaide, mülkiyyet hakları bakımındandır.

Bugün bu ictihad ile amel mümkin olmayıp misal verecek olursak, sâbık/eski Endülüs günümüzdeki ismiyle İspanya, dârü’l-İslâm idi Bu memleket tekrardan dâru’l-İslâm’a rucû etmiş olsa mülkiyyet hakkı tatbiki mümkin gözükmemektedir.Hanefilerin bu mes’eledeki ictihadları, Şâfiî ictihadına nazaran daha muteber olup, Şar’i nin hukuku esas alınan bir İslâm diyarı, (ne‘ūẕu bi’llāh) daha sonra feshedilirse dâr-ı harbe tahavvül edebilir.

Bir ülkede şâri ’nin hükümleri câri değil ise bundan sonra oranın evvelden dâru’l-İslâm olması veya halkının kahir ekseriyyetinin müminlerden ibaret olması oranın daru’l-İslâm kalmasını icab ettirmemekdedir.

Küfrün galebesi sebebiyle bir memlekette  şer’i ahkâm feshedilmiş ise, bahis mevzuu olan memleket için hala dâru’l-İslâm dır demek, ve yāḫūd dâru’l-İslâm dâru’l-harb harici başka başka  mefhumlar bulma arayışına girmek, şu mes’elenin etraflıca araştırılmaması ve fehm edilememesi neticesine binaen bu lakırdıyı eden şahıs için kendi sözünü esas alıp, mezhep imamlarının ictihadlarını ya bilmiyor, ya siyasi fikriyatı sebebiyle bunu diyor, ya da hissiyat icâbı bu talihsiz lakırdıyı serdeyliyor demektir.

Bugün, hukukunda İslâm ahkâmı câri olmamasından ötürü âlemde bir dâru’l-İslâm olmadığı gibi, nüfusunun kahir ekseriyyeti  Müslüman olan memleketlerde ezanların okunması, Cum’a için kalabalıkların toplanması, yani ferdi ibadetlerin yapılabiliyor olması da mezkur memleketi dâru’l-İslâm kılmaz. Esas olan şer’i hukuk sisteminin tatbikidir.

Bilhassa, mü’min bir kimsenin evlenme, boşanma, miras taksimi, alacak verecek, hırsızlık (hadd-i Sirkat) , adam öldürme (Kısas) vs. hukuka ihtiyaç olan mevzular da İslâm hukuku nazara alınmayıp şahsı için adaletin sağlanamıyor olması, ezanlar okunuyor olsa da onun maslahatı cihetinden artık ne faydası vardır ? Yoksa bugün avâmın hocalarının ezan ve Cum’a serbestliği gibi hukuka taalluk etmeyen bazı İslâm nişānelerinin olması ile bir dâr-ı, gayri ictihadi olduğu halde dâru’l-İslâm sayması netice itibariyle kimin ve neyin faidesinedir?!. Bunu demek ile neyi halledebilmişlerdir?

Hakkı olduğu halde dininin emrettiği hukuk sistemi esas alınmayıp, tabiatı i’tibariyle adapte olamayacağı  beşeri/seküler hukuk kendisine dayatılarak işlerinin cebren tanzim ediliyor olması, dâr-ı dünya’da mü’min kimse için hakikatte büyük bir zulümdür!.. Halbuki bu haklar, vâr edeni olan Allâh Tebâreke ve Teâla tarafından o şahsa doğuştan verilmiştir. 

Ayrıca, seküler hukukun hâkim olduğu beldedeki mahkemelerden, ahkâm-ı İslâmiyye’ye muvāfiḳ hüküm verilse dahi olduğu yeri dâru’l-islâm kılıcı değildir. Çünki, İslâm hukuku orada esas addedilmemiştir.

Bir yerin dâru’l-harb olması demek bazılarının kastettiği şekil de o yerin kargaşa yeri, fiili harb/savaş ülkesi olduğu veya harb kânunlarının esas alındığı yer manasına gelmez. Yani fiili bir harb hâli esas olmayıp, kanunlarının seküler olması i’tibariyle hükmi olarak daru’l-harp yâhud, dâru’l küfür ve yâhud dâru’l aduvv beldesi gibi isimler alır. Hakîkatte hepsi aynıdır.

Dip not
[1]  Hey’et, Fetâvâ-yi Hindiyye, (Trc. Efe, Mustafa) Ankara, Akçağ Yay. C.4, s.249; İBN-İ Abidin, Reddü’l- muhtar (trc.Davud-oğlu, Ahmed ) İstanbul, Şamil Yayın Evi, c.8, s. 448; Serahsi, Mebsut, ( trc. Hey’et ) İstanbul, Gümüş Ev Yayıncılık, c. 10, s. 212.

BİBLİYOGRAFYA

  • İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ale’d- Dürrü’l-Muhtâr, ( trc. Dâvûdoğlu, Ahmed – Taşkesenlioğlu, Mazhar – Savaş, Mehmed ) İstanbul, m. 1982-1988, Şâmil Yayın Evi.
  • Serahsî, Mebsût, ( trc. Hey’et ) 3. Tab’ı, İstanbul, m. 2016, Gümüşev Yayıncılık.
  • eş-Şeybânî, Muhammed, es-Siyerü’l-Kebîr [ Serahsî’nin “İslâm Devletler Hukūku ( Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr ) ” adlı kitâbının metni ] , ( trc. Şimşek, Saîd – Sarmış, İbrâhîm ) Konya, m. 2001 , Eğitaş Yayınları.
  • İslâm Devletler Hukūku ( Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr ) , ( trc. Şimşek, Saîd – Sarmış, İbrâhîm ) Konya, m. 2001 , Eğitaş Yayınları.
  • Şeyh Bedre’d-dîn [ Simâvî ] , Letâifu’l-İşârât Şerhi / et- Teshîl: Şerhu Letâifu’l-İşârât, ( trc. Hey’et ) Ankara, m. 2012, T. C.  Kültür ve Turizm Bakanlığı.
  • Hey’et, Fetâvâ-yı Hindiyye / Fetâvâ-yı Alemgiriyye, ( trc. Efe, Mustafâ ) Ankara, m. 1984-1988, Akçağ Yayınları.
  • Merginanî, Burhânü’d-din Ebu’l-Hasan  Ali bin Ebû Bekir, El-Hidâye Tercümesi: Hanefîler için İslâm Fıkhı sh.225 (trc.:Meylânî, Ahmed) İstanbul, m.2015, Kahraman Yayınları
  • ed-Debûsî, Ebu Zeyd, Te’sîsün- Nazar, (Trc. Koca, Ferhat) Mukayeseli İslâm Hukūk Düşüncesinin Temellendirmesi S.207, Ankara, 2009, Ankara Okulu Yayınları
  • Ebû Yûsûf, er-Redd ‘Ala Siyeri’l Evzâi (Haz. ilyâs Can YILDIZ) İstanbul, m.2022, Dâru’l İslâm Yayın Evi.
  • Özel, Ahmed, İslâm Hukūku Milletler Arası Münâsebetler ve Ülke Kavramı, İstanbul, m. 1982, Mârifet Yayınları.

İLYÂS C. YILDIZ

İslâm Devletler Hukūḳu

İlgili Makaleler

3 Yorum

  1. Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri sizden razı olsun. Ne güzel bir yazı hocam ellerinize sağlık. Müstefid oldum 👍🙂

  2. Selamün Aleyküm Hocam.
    Dâr meselesini birine açıklayınca alınan cevap genelde; Darul Harp oldu da ne oldu? Sen Faiz almak için bunu söylüyorsun.

    Bu şahıslara ilmi olarak nasıl cevap verilir?
    Yani darul harp demek, silahlanıp, darul islam olması için savaşmak mı demek?

    1. Aleykum selâm Yahya bey. Bu gibi beldelerin neredeyse künhü şer’i hukuku kale almamak ile neticesinde kaçılamayan fasid akidli muamelelerin olduğu yerdir. Bunları bilmek 1 müslimi o beldede zarara uğratmaz hatta kâra da geçirebilir. Buna nazaran Darul harb de faizli muamele yapmak ne farz ve vâcib ne sünnettir. İlla yap manasında değil, zarar etme manasındadır. Bunu da yine şer’i hukuka isnad ederek yap demektir ki mezhebi Hanefi olur ise! Bunu bilahare bendeniz de başkalarına da söylemiş idim. Biz başkalarını ikna etmek zorunda da değiliz. Suâl edene söyler geçeriz.

      2.Suâlinize cevaben; Darul harb olan yerde al eline silahı çık karşılarına demek değildir. Usûl, Rasulullah’ın aleyhisselam yapdığı gibi ‘amel etmektir. Yâni dâru’l- harbe tehavvül eden bir memleket, her zaman savaşın veya karışıklığın olduğu belde manasına gelmez. Eğer bir belde de sonradan küfür hükümleri câri olup onların kuvveti mü’minlere galebe çalıyor ise “temekkün” vardır. Yani güç yetmeyen yerde, küfür topluluğu ile kuvvet cihetinden ziyade olana değin beklemek ve gayret etmek esasdır. Böyle bir vaziyyette onların kanunlarına harama düşmeyecek şekilde mutavaat edebilir.

      Teşekkür eder. 2 cihân saâdeti niyâz ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu