Haberleri'tikadOrtadoğuTenkid

Sünnetullâh Değişmez mi?

Eğer mucizeler evrenin yasalarını alt üst ediyor ve evrenin yasasını alt üst etmek caizse, bunun gerçekleşmesinde mucizeye engel teşkil edecek bir şey yoksa hatta bu alt üst ediş, mucizenin mucize olması için gerekli bir şeyse Kur’ân neden sünnetullahta bir değişim olmayacağına şahitlik ediyor?
Bu sorunun, buraya kadar yazdıklarımızı okuduktan sonra bazı zihinleri karıştırması mümkündür. Nitekim bizim buraya kadar yazdıklarımızı okumadan önce Heykel Paşa’nın kafasının karıştırmış ki kitabının ikinci baskısının 55. Sayfasında şöyle demektedir:
“Eğer bugün Müslüman bir millet, Kur’an’dan başka bir mucizeyi tasdike ihtiyaç duymaksızın İslamiyeti kabul edecek olursa, onlardan iman eden fertler şu ikisinden birisi olur: Kalbi hiç tereddüte düşmeden ilk davette ilahi hidayet ile Hz. Ebu Bekir’in iman ve tasdiki gibi hiç tereddütsüz hemen iman eden kimse, diğeri de iman için tabiat kanunları üstünde vuku bulan harikalara(harikulade olaylara) ihtiyaç hissetmeyerek zaman ve mekân içinde hududuna akıl erdiremediğimiz ve işleri tahvil ve değişim olmayan yasalara göre yürüyen tabiat âleminin olayları ile iktifa eden ve Allah’ın evrendeki yasaları sayesinde Allah’ı bulan ve O’na inanan kimse. Bunların ikisi için de mucizelerin gerçekleşmiş olup olmaması birdir. Çünkü ikisi de bunları Allah’ın lütuf ve inayetini belirten eserler sayarlar. Müslüman imamların çoğu, bu tür bir imanı, imanın en yüksek örneği olarak görürler. Hatta bunların bazıları, sahih imanın kaynağının Allah’ın azabından korkmak yahut sevap kazanmak olmaması bilakis Allah’a halis iman ve onda tamamen yok oluş olması gerekir.” demişlerdir.
Burada Heykel Paşa’nın, bizimle pazarlık yapan ve Allah’a ve Kur’ân’a inanmak için evrenin yasalarını alt üst eden mucizeleri kabul etmeme şartını öne süren çağdaşlarda, Ebu Bekir’in imanı gibi bir iman araması gaflet ya da gaflet etmiş görünmektir. Sanki Allah bu yasaları alt üst etmeye muktedir değildir veya o yasaları koyan Allah değil de, gazetecilik yarışması kurulu tarafından Paris’ten yazıp gönderdiği makalesine birincilik ödülü verilen Muhammed Sabit el-fendî’nin dediği gibi kevnin tabiatıdır.
Büyük kitabın mukaddimesinde bu olaydan bahsetmiştik. Onlar hâlâ Kur’ân’a ve Allah’a imanlarında tabiatçıdırlar. Sanki Kur’ân da onlar gibi, önceki peygamberlerin eliyle gerçekleşmiş dahi olsa evrenin yasalarını alt üst eden açık mucizeleri kabul etmemektedir. Yine sanki Kur’ân’ın o mucizelere şahitlik etmesine rağmen, racih akla sahip olanlar nezdinde makul ve makbul mucizeler değillerdir. Aynı şekilde sanki Kur’ân’a genel olarak iman edip de onda geçen bazı şeyleri kabul etmemek bir iman sayılmakta ve İslam dininde bu, yeterli kabul edilmektedir.
Zannedersem bunların hepsine Heykel Paşa cevaz vermektedir ve fetvalarının merkezi, hiç bir değişim olmayan evrenin yasaları etrafında dönmektedir. Fetvalarıyla çelişen şu “Bu iki kişi de bu hârikulâde olayların ancak Allah’ın ihsanının delilleri olduğunu düşünmektedirler.” sözünden ise yazarın bu konularda mütereddit olduğu ve fetvada mütereddit müftüye “bir ileri, bir geri adım atıyor” denildiği gibi, bir görüş üzerinde istikrara kavuşan bir düşüncesi olmadığı anlaşılmaktadır. Görüşündeki bu istikrarsızlıkla birlikte paşa, bilim ve “Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın” (Fatır:43) ayetinin sarahatiyle desteklenmiş evrenin yasalarına tutunarak, mucizelerin reddetmeye kabukünden daha meyillidir. Eğer bu ayetin sarahati/açıklığı hârikulâde olayların -mucizelerin- gerçekleşmesine engelse, müellifin görüşüne göre, Kur’ân’ın Süleyman, Salih, İsa, Musa ve İbrahim gibi geçmiş peygamberlerin mucizeleri hakkında verdiği haberlerin de hadis ve siyer kitaplarında peygamberimizin mucizeleri hakkında geçen rivayetler gibi yalan şüphesine maruz kalmasını gerektirir.
Ya da Ferid Vecdi’nin dediği gibi, peygamberlerin mucizelerini anlatan bu ayetler, manaları anlaşılmayan müteşâbih ayetlerden olurlar. Oysa Kur’ân şöyle buyurmaktadır:
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُولِي الْأَلْبَابِ ۗ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَىٰ وَلَٰكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’ân, uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi ayrı ayrı açıklayan ve inanan bir toplum için de bir yol gösterici ve bir rahmettir. (Yusuf:111)
Sayın yazar, “Sen Allah’ın kanununda (sünnetullahta) hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda (sünnetullahta) hiçbir sapma bulamazsın.” (Fatır:43) ayetini, kevnî mucizelerin inkârı ve doğa bilimcilerin yolunu ispat etmeye delil olarak getiren ilk kişi değildir. Bunu ondan önce oryantalistler ve çağdaş eğitimli tabakanın arzularına uygun deliller hazırlamak âdetine sahip olan Mısır’daki bazı din âlimleri keşfetmiştir. Fakat ayetin muradı onların zannettiği gibi değildir. Bilakis âyet, Allah’ın mucizelerle destekleyip gönderdiği peygamberlere isyan edip onları yalanlayan önceki ümmetlerde geçerli olan sünnetini -yasasını- açıklamaktadır. Allah’ın onlar hakkındaki sünneti, şu ayette belirtildiği gibi üzerlerine azap indirilmesidir:
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ. إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ. وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ. فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتَّى حِينٍ. وَأَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ. أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ. فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَاء صَبَاحُ الْمُنذَرِينَ.
Andolsun ki peygamberlikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: ” “Onlara mutlaka yardım edilecektir. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir. O halde bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Gözetle onları, yakında onlar da görecekler. Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar? (Saffât: 170-77)
Paşa’nın ve ondan öncekilerinin tutunduğu ayetin bu manasına ondan önce gelen şu ayet delalet etmektedir:
وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَئِن جَاءهُمْ نَذِيرٌ لَّيَكُونُنَّ أَهْدَى مِنْ إِحْدَى الْأُمَمِ فَلَمَّا جَاءهُمْ نَذِيرٌ مَّا زَادَهُمْ إِلَّا نُفُورًا. سْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
Müşrikler, eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yol üzere olacaklarına dair en güçlü şekilde Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir uyarıcı gelince, bu ancak onların nefretlerini artırdı. Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü tuzak kurmak için (böyle davranıyorlardı). Oysa kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu bekliyorlar. Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda hiçbir sapma bulamazsın. (Fatır:42-43)
Yine ondan önce Ahzab suresinde:
لئِن لَّمْ يَنتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَدِينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ فِيهَا إِلَّا قَلِيلًا. مَلْعُونِينَ أَيْنَمَا ثُقِفُوا أُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْتِيلًا. سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا
Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ve Medine’de kötü haberler yayıp ortalığı karıştıranlar (tuttukları yoldan) vazgeçmezlerse, elbette seni onların üzerine gitmeye teşvik edeceğiz. Onlar da (bundan sonra) orada lânete uğramış kimseler olarak seninle pek az süre komşu kalacaklardır. Nerede bulunurlarsa, yakalanırlar ve yaman bir şekilde öldürülürler. Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın. (Ahzab:60-62)
Ondan önce Fetih suresinde
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ ۖ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا
İnkâr edenler sizinle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçarlar, sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi. Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (Fetih:22-23)
Yine İsra suresinde:
وَإِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا ۖ وَإِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا
سُنَّةَ مَنْ قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا ۖ وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا
Seni o yerden (Mekke’den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın.(İsra: 76-77)
Bu ayetlerin manası nasıl onların zannettikleri gibi olabilir ki? Eğer öyle olursa Kur’ân, Peygamberlerin evrenin yasalarını alt üst eden mucizeleri hakkındaki haberlerle ilgili kendi metinlerini yalanlamış olur ve Yusuf suresinin sonunda söylediği şu sözler yalanlanır:
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُولِي الْأَلْبَابِ ۗ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَىٰ
Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’ân, uydurulabilecek bir söz değildir. (Yusuf:111)
Mustafa Sabri Efendi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu