Tenkid

Mustafa Sabri Efendinin El-Tantavi ve Ezher Şeyhi Merağiye Reddiyesi

Mustafa Sabri Efendi fıkıh ve ilm-i kelam kitaplarının insanları Kur'an ve sünnetten uzaklaştırdığı iddialarına cevap veriyor:

Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi fıkıh ve ilm-i kelam kitaplarının insanları Kur’an ve sünnetten uzaklaştırdığı iddialarına cevap veriyor:

Şeyh Muhammed Abduh tilmizlerinden El-Tantavi ve Ezher Şeyhi Meraği gibi Mısır ulemasına nispet olunan küfrân-ı nimetlerden biri de, ilm-i kelam ve ilm-i fıkıhtan şikayete kıyam etmektir. Güya bu ilimler Müslümanların Kitab ve hadisle ittisal edip, usul ve furûuyla dinlerini, o iki mercii aslîden almalarına mani oluyormuş!  Müslümanlar, böyle yapmak yerine, mutekidetta ilmi kelama, amale ait meselelerde de ilmi fıkha müracaatla, kitab ve hadisi mehcur bırakıyorlarmış!…

el-Tantavi
el-Tantavi

Bu şikâyetlerin cevabı ber vechi atidir:

Kitab ve hadisi, ilm-i fıkhı ve ilm-i kelamı tedvin etmiş olan sâlifîni ulemay-ı İslam, dinlerinin usul ve furûunu, Kur’an’dan ve hadisten istinbat iktidarındaki Müslümanların ellerinden alıp men etmiş değillerdir. Müslümanlar, Kur’an ve hadis yerine fıkha ve ilm-i kelama müracaat ediyorlarsa, bu iki menbadan iktibas kolay olduğundan, Kur’an ve hadisten istinbat kolay olmayıp, böyle bir bahs kudreti, ilimde rusuhu sabit kibarı ulemaya hass bulunduğundandır. Kuran ve hadise müracaat iktidarında olmayanlar, ilm-i fıkıh ve ilm-i kelam ellerinde mevcut olmasaydı, acaba ne yaparlardı? Şüphe yok ki, Kitab ve hadisten istinbata ehliyetleri olmadığı halde, bu iki mercii aslîye müracaata kalkışırlar, kendileri dalalete düşer, halkı da saptırırlardı.

Sonra usul-u dinin/ilm-i kelamın ekser mesanidi, edille-i akliyedir ki, edyanı muterif olanlarla beraber, mülhid münkirler üzerinde hüccet mukabelesinde olarak, Kur’an ve hadisten ziyade, ilm-i kelamda dahil bulunmaktadır. Hatta bizzat Kuran ve hadisin, sahih hüccet halinde istinbatı ahkâma salih olması, o edile-i akliyeye mütevakkıftır. Onun içindir ki, ilm-i kelam ulemasının Kur’an ve hadisten delil iradına ihtiyacı azdır ve bu cihetle ilm-i usuluddin, ulumu akliyeden addolunmaya şayandır.

Fukahaya gelince: Onların başları, Kur’an ve hadise bağlıdır. İstinbat ettikleri her hükmün, bu iki esastan müstenidi vardır. Fukaha ( radıyallahu anhüm) merci ittihaz olunan kitaplarında, mezkur müstenidatı îraddan geri durmamışlardır. Mesela İmam Serahsi’nin Hanefi fıkhında otuz cilde varan Mebsut başlıklı eserine bakınız: Orada mevzubahs ettiği her mesele, Kur’an ve hadisten delili ile beraber mezkurdur. İzahı atide geleceği vechile, ben, bu kitabımızın üçüncü cüzünde, ilm-i fıkhı islâmîyi, Peygamberimiz Muhammed Mustafa ( sallallau aleyhi ve sellem) Efendimizin mübarek elleriyle, kırk seneden az bir zaman zarfında vücuda gelerek, bugüne kadar baki kalmış, asrî muharrirlerin lisanında dolaşan edebi ve ictimai inkilap mucizelerinin fevkinde, bir mucize addetmiştim. Bu mucize: Azlığın çokluğa galebesi mucizesidir.

Fukahayı müteahhirin, telif ettikleri kitaplarını, Kur’an ve hadisteki edillesinden mücerred ahkam-ı şeriyye zikrine munhasır olarak vücuda getirmişlerse, bu ihtisarı onlar, muteber fıkhi mezheplerden biriyle amel edenlerin kolaylıkla ahkamı şeriyyeyi elde etmeleri için, mezhep kitaplarında mevcud uzun delillere itimaden böyle yapmışlardır, yoksa, Müslümanların Kur’an ve hadisle bağlantısını kesip, dinlerinin bu iki merciden müstağni bir halde talimini iltizam etmemişlerdir.

Eimme-i din olan fukahânın ilimlerinin tedvininde, Müslümanların Kur’an ve hadisle bağlantılarını kesmek, dinlerini yalnız onların kitaplarından öğrenmek, Kur’an ve hadisi terk etmek gibi bir sui maksad zannına nasıl düşülebilir? Böyle bir sui zanna nasıl düşülebilir ki, ilm-i fıkıhtan sonra, onlar Usulu Fıkıh namıyla en dakik ilimlerden olan ikinci bir ilim tedvin ve o ilimde, Kur’an ve hadiste mansus edillesinden Fıkıh ismindeki ahkamın istinbat kanunlarını vaz etmişlerdir. İkinci Sultan Abdulmecid devri ricalinden ve hukuk ulemasından Rum Sava Paşa, telif ettiği Fransızca kitabında, bazı çağdaşların ağzında dolaşan, İslam fıkhının muamelat kısmının Roma kanunundan muktebes olduğu müddeiyatını cerh ile: Kendisinin başkaları gibi, bu itikadda olduğunu sonra meseleyi dakik bir şekilde tahkike koyularak, teşrî-i islaminin keyfiyet-i neşetine muttali olmak için, bazı Türk usul-u fıkıh ulemasından yardım aldığını ve Hanefi Fıkhını mükemmel bir surette okuduğunu, bu hususta ta tetkik ve mütalaa ettiği kitapların isimlerini zikretmiştir.

Sava Paşa: Bu hususu başa çıkarmak gayesine, uzun müddet hasrı nefs ettiğini ve sonunda, teşri islamînin, Roma Kanunundan alındığı hakkındaki iddianın, hakikatten ziyade hayale benzeyen bir hükmü zâiften ibaret olduğu neticesine vardığını….” söylemiş ve demiştir ki:

“ Her teşr’i’in, diğer teşrilerle farklı bir kaynağı bulunduğu şüphesizdir. Beyrut’ta Roma Hukuku tedrisi için bir medrese tesis eden İmparator Justinyanus’un fıkhı, Mesihiyyet boyasıyla boyalı, aklı selimi beşeriye müstenid bir eserdir. Fakat İmam-ı Azam’ın fıkhı, Kitabullah’a ve sünnet-i Rasule mübtenidir. İslam Fıkhında bu iki müstenidden biriyle desteklenmemiş bir hüküm görülemez. Justinyanus ve Ebu Hanife fıkıhlarını tetkik edenlere, bu iki kaynağın farklı oluşunun zahir olacağından şüphe yoktur.”

İslam Fıkhının kıymeti hakkında, Müslümanların şehadetine munzam, bu, gayri Müslim zattan sadır şehadetin sahibi, ber vechi ati kelam eylemektedir:

“Ben Hıristiyanım ve dinime mutekid bir adamım. Zaten hakiki Hıristiyan, herkese hakkaniyet dairesinde muamele eder. Şeriatı İslamiyyeyi tetkik ettim. Hiçbir garaz ve meyle kapılmaksızın, onu takdir ediyor, tazim ve ihtirama layık buluyorum….”

Ulema kılığındaki çağdaşlar: mesail-i müdevveneyi kapsayan fıkıh kitaplarını görmüşler, lakin Kur’an ve hadisten edille ile meşhun ümmühat-ı kütübe nazarları varamamış, ilm-i usulu fıkhın mevzuundan tamamen gafil kalmışlar, selef-i salihinin asarını, – bir Hıristiyan paşa kadar olsun- tetebbu etmemişlerdir.

Muşerin ileyh Hıristiyan Paşa ise, bu ilme enzârı celb etmiş, sanki fıkıh ilminin ve fukahanın, şeriatı islamiyye hizmetlerine, din-i islama ecnebi kâfirun-ni‘melerle birlikte küfran-ı nimette bulunan Mısırlı ulema bozuntularının nazarlarını tevcihe çalışmıştır.

Cenab-ı Hak’tan , rahmet ve rızay-ı ilahisine nail olmalarını niyaz eylediğimiz fukahayı kiram olmasa, acaba fıkhı kim tedvin eder; Kur’an ve hadisten kim istinbatta bulunurdu? Usulu müdevveneden ve müdevvanatın kitap ve sünnetle irtibatından bihaber olanlar mı?…

Mustafa Sabri Efendi
“Mustafa Sabri Efendi’nin Mısır Ulemasıyla İlmi Münakaşaları, s.389”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu