Darul İslam

KALB KIRMAK , HARAMDIR …!

Allâh Teâlâ Hazretlerine Şirk/ Küfür den sonra  en büyük günah kalb kırmaktır.  Çünki; Allâh Teâlâ ‘nın yaratmış olduğu en üstün mahlûk insan kalbidir.

Nitekim ;

Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki kullarından kapları vardır. Rabbinizin kapları salih kullarının kalpleridir. [1]

“Müminin kalbi Allah’ın evidir [2]

Buyrulmakla insan kalbininin kıymeti /şerefi olduğunun izahında belkide bu iki hadisi şerif yeterlidir.

Mevlâ teâlâ ya gidilen en kestirme yol kalp ile gidilen yoldur. Bir şeyin kıymeti / şerefi  ya onu yapana yada  özelliğine göre nispet edilir.  O halde  kalbin sahibi Allah teâlâ ise artık  kalbin değerine behâ biçilebilir mi ?

Heleki  bu kalbe Mevlâ’nın kudret ve hilkat eli değdi ise  …..

KALB, MEVLÂ’NIN KOMŞUSUDUR.

İmâm-ı Rabbâni Mektûbâtında buyurdular ki ;

“İnsan kalbinin Allah teâlâ ’ya en yakın nispetteki uzuvdur. Kalp kırmak mevzunda sizleri sakındırıyorum . Lakin insanın kapı komşususu günahkar bile olsa hak ve hukuku gözetilmesi gerekiyor. Kalb , Mevlâ’nın komşusudur. O halde Mevlâ’nın kullarına karşı kim olursa olsun ister günahkar olsun, onu incitmek , tahkir  etmek , hakaret etmek olsun veya hain bakışlarlada olsun ,   bu tür filler  o kulun sahibi olan zâtı incitmek demektir.” [3]

Yine İmam-ı Rabbani Hazretleri 11. mektūbunda meâlen buyuruyorlar ki ;

“Mahlukat Dairesinde En büyük varlık Arş’urrahman ‘dır.

İnsan kalbi ise Arş’ın altında bir mahluk olmasına karşın Arş’ı kebir den  daha kıymetli ve üstündür çünki;  Allah Teâlâ Arş’a  esma ve sıfatlarıyle tecelli eder , insan kalbine ise zâtıyla tecelli eder … Mevlâ Teâlâ Arş’a tecelli ettiği zaman onun bundan haberi yoktur . Lakin insan kalbine tecelli ettiğinde bundan hasıl olan huzur vardır, şuur vardır, sekine vardır hasılı tecelli eden zât’dan haberdar olmak vardır.”  buyuruyor …

ECDAD’IN AHLAKI ;

osmanli

Evvelden, tekke mensubları birbirlerine  karşı  konuşurken, diyeceğim şey   acaba karşımdaki zâtı rencide eder mi? etmez mi ?  diye düşünür ona göre hareket eder idi.

Mesela; Medrese odasındaki lamba kapalı olsa , lambanın civarındaki arkadaşına

“lambayı Yak !”  demez ..

Düşünürdü ki; ben bu “yak”  kelimesiyle bu kardeşime cehennemi hatırlatmayayım,  belki derse oturacak / diz çökecek iken ona bunu hatırlatmak ile moralini / mâneviyatını bozmayayım veya düşüncelere daldırmayayım.

Derdi ki ; “ kardeşim şu odanın lambasını aydınlatırmısın “ …

Veya, cem‘iyyet içinde zengin , mevki  cihetinden  üstün olan insanlar  kendilerinden daha aşağı / fakir  kimselerle  muhabbet eder ḥāl ve hâtır sorar gönül alırlar idi.

Evvelden biri doktora gitse , doktor  evvelce o hastası ile ünsiyyet kurar,

“   hoş geldin, safalar getirdin, çoluk çocuğun nasıl , akibetleri iyimi vs  gibi önce ḥāl-hâtır sorar ondan sonra derdiniz nedir hastalığınız nedir “ suali ederdi.

Demez di ki; küt  diye neyin var ,  neren ağrıyor ..

Hasta olan kimse ise , muayeneden sonra galiz kelimeler ile  “ Borcum ne doktor..! “   demezdi .

Derdi ki ; şükrân-ı maddimiz / maddi teşekkürümüz nedir efendim ?

Doktorda  hastasını incitmeden “ Efendim şu kadar ücret takdir buyurmuşlar” der idi.

Neticede, kim kimi tedavi ediyor acaba. kalb incitmemek adına halim / selim tavırlar ile hasta doktoru tedavi ediyor, doktor hastasını tedavi ediyor …

Mevlâna şöyle diyor:

Kâbe bünyâd-ı Halîl-i Azeresi
Dîl nazargâh-ı Celîl-i Ekberest

Bir kez gönül yıkmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür. Çünki Kâbe, Azer oğlu Halil’in (Hz. İbrahim’in) yapmış olduğu binadır.

Kalb ise,  Celîl-i Ekber ve Yüceler Yücesi Allah’ın nazargâhıdır.”

________________________________________________

  1. Gazzâlî, Ihyâ, III, 15
  2. Sehâvî, s. 308; Aclûnî, II, 129.
  3. Mektubât , III, 45.

 

 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu